Peygamberimiz'in (sav) döneminden kutsal alıntılar.
Dikkat, bu websitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanmaktayız. Eğer çerezler hakkında bilgi sahibi değil iseniz daha fazla bilgi için buraya tıklayın.
Hz. Peygamber (sav)'ın bir hasırı vardı, geceleri perde yapıp gerisinde namaz kılardı, gündüzleri de yayıp üzerine otururdu. Halk da Resulullah (sav)'ın yanına dönüp (gelip) aynen onun gibi namaz kılmaya başladılar. Sayı gittikçe arttı. Bunun üzerine Resulullah (sav) onlara yönelerek şunu söyledi: "Ey insanlar, takat getireceğiniz işleri yapın. Zira siz (dua etmekten) usanmadıkça Allah da sevap yazmaktan usanmaz. Allah'a en hoş gelen amel, az da olsa devamlı olanıdır." Ravi der ki: Muhammed (sav)'ın ailesi bir iş yapınca onu sabit kılardı (artık terketmez devamlı yapardı). Buhari'nin Ebu Hüreyre (ra)'den yaptığı bir rivayette: "Orta yolu tutun, güzele yakın olanı arayın, sabah vaktinde, akşam vaktinde, bir miktar da gecenin son kısmında yürüyün (ibadet edin), ağır ağır hedefe varabilirsiniz. Unutmayın ki sizden hiç kimseye, yaptığı amel, cenneti kazandırmayacaktır" buyurdu. "Sen de mi (amelinle cennete gidemiyeceksin) ey Allah'ın Resulü?" dediler "Evet, ben de", dedi, "Allah affı ve rahmeti ile muamele etmezse ben de!" Buhari ve Nesai'de gelen bir başka rivayette: "Bu din kolaylıktır. Kimse (aşırı gayretle) dini geçmeye çalışmasın, (başa çıkamaz, yine de yapamadığı eksiklikleri kalır ve) galibiyet dinde kalır" buyrulmuştur.
Hz. Peygamber (sav)'i bir at yere atmıştı. Resulullah (sav)'ın (sağ) tarafı veya (sağ) omuzu ezildi. Bu O'na ayakta duramayacak kadar izdırab verdi. O sıralarda hanımlarını da bir ay müddetle terketti. Bu esnada, hurma kütüğünden yapılmış bir merdivenle çıkılan tenezzüh odasına (meşrübe) çekildi. Ashab (ra) kendisine "geçmiş olsun" ziyaretine geliyorlardı. Resulullah (sav) oturarak namaz kılardı, onlar ise ayakta durarak namaza uymuşlardı. Selamı verince şöyle dedi: "İmam, kendisine uyulmak için vardır, öyle ise ayakta namaz kıldırıyorsa siz de ayakta kılın, şayet oturarak kıldırıyorsa siz de oturarak kılın, imam rükuya varmadan rükuya gitmeyin, o başını kaldırmadan siz de kaldırmayın." Ravi der ki: "Hz. Peygamber (sav) ayın 29'unda meşrübeden indi. Ashab: "Ey Allah'ın Resulü, sen bir aylık bir müddet için ila'ya (ayrı kalmaya) karar vermiştin" dediler. Onlara: "Bu ay yirmi dokuz gündür" cevabını verdi." (Buhari ve Müslim'de Ümmü Seleme'den gelen bir rivayette: "Bu ay yirmi dokuz çekiyor" buyurmuştur. Müslim'de Cabir (ra)'den kaydedilen bir rivayette: "Sonra iki elini üç sefer uzattı, ikisinde her iki elinin bütün parmaklarıyla, sonuncu kerede sadece dokuz parmağıyla işaret etmişti" diye yirmi dokuzu gösterdiği açıklanır. (Sıyam 24))
Hz. Peygamber (sav), cinlere Kur'an okumadığı gibi, onları görmedi de. Resulullah (sav) bir grup ashabıyla Ukaz panayırına gitmek niyetiyle yola çıktı. Bu esnada, şeytanlarla, semadan gelen haber arasına engel konmuş idi. (Bundan dolayı, mutad olarak semadan haber getiren) şeytanlar üzerine şahablar gönderildi. Böylece şeytanlar kavimlerine (eli boş ve habersiz) döndüler. Kavmi: "Ne var, niye (boş) döndünüz?" diye sordular. Onlar: "Bizimle semavi haber arasına mania kondu, üzerimize şahablar gönderildi. (Biz de kaçıp geri geldik)" dediler. "Bu, dediler, yeni zuhur eden bir şey sebebiyle olmalı, arzın doğusunu ve batısını dolaşın, (bu engel hakkında bir haber getirin)." (Yeryüzünü taramak üzere gruplar halinde yola çıktılar. Bunlardan Tihame tarafına giden bir grup, (Ukaz panayırına giderken yolda ashabıyla sabah namazı kılmakta olan Hz. Peygamber (sav)'e (Nehle denen yerde) rastladı. Kur'an-ı Kerim'in tilavetini duyunca durup kulak kabarttılar. "Bizimle semavi haber arasına engel olan şey işte bu!" deyip kavimlerine döndüler. Onlara şöyle dediler: "Biz hakiki hayranlık veren bir Kur'an dinledik ki o, Hakk'a ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de ona iman ettik. Rabbimize (bundan sonra) hiçbir şeyi asla ortak tutmayacağız.." (Cin 1-2) Bunun üzerine Cenab-ı Hakk Peygamberine (sav) vahyederek durumu bildirdi: "(Habibim) de ki: Bana şu hakikatler vahyolunmuştur: "Cinden bir zümre (benim Kur'an okuyuşumu) dinlemiş de (şöyle) söylemişler: "Bize, hakiki hayranlık veren bir Kur'an dinledik ki o, Hakk'a ve doğruya götürüyor..." (Cin 1... Cin'in Sözü 15. ayette biter).
Resulullah (sav) sık sık: "Sizden bir rüya gören yok mu?" diye sorardı. Görenler de, O'na Allah'ın dilediği kadar anlatırlardı. Bir sabah bize yine sordu: "Sizden bir rüya gören yok mu?" Kendisine: "Bizden kimse bir şey görmedi!" dediler. Bunun üzerine: "Ama ben gördüm" dedi ve anlattı: "Bu gece bana iki kişi geldi. Beni alıp haydi yürü! dediler. Yürüdüm. Yatan bir adamın yanma geldik. Yanında biri, elinde bir kaya olduğu halde başucunda duruyordu. Bazan bu kayayı başına indirip onunla başını yarıyordu, taş da sağa sola yuvarlanıp gidiyordu. Adam taşı takip ediyor ve tekrar alıyordu. Ama, başı eskisi gibi iyileşinceye kadar vurmuyordu, iyileştikten sonra tekrar indiriyor, önceki yaptıklarını aynen yeniliyordu. Beni getirenlere: "Sübhanallah! nedir bu? dedim. Dinlemeyip: "Yürü! Yürü!" dediler. Yürüdük, sırtüstü uzanmış birinin yanına geldik. Bunun da yanında, elinde demir kancalar bulunan biri duruyordu. Adamın bir yüzüne gelip, çengeli takıp yüzünün yarısını ensesine kadar soyuyordu. Burnu, gözü enseye kadar soyuluyordu. Sonra öbür tarafına geçip, aynı şekilde diğer yüzünün derisini de ensesine kadar soyuyordu. Bu da, yüz derileri iyileşip eskisi gibi sıhhate kavuşuncaya kadar bekliyor, sonra tekrar önce yaptıklarını yapmaya başlıyordu. Ben burada da: "Sübhanallah, nedir bu?" dedim. Cevap vermeyip: "Yürü! Yürü!" dediler. Beraberce yürüdük. Fırın gibi bir yere geldik, içinden birtakım gürültüler, sesler geliyordu. Gördük ki, içinde bir kısım çıplak kadınlar ve erkekler var. Aşağı taraflarından bir alev yükselip onları yalıyordu. Bu alev onlara ulaşınca çığlık koparıyorlardı. Ben yine dayanamayıp: "Bunlar kimdir?" diye sordum. Bana cevap vermeyip: "Yürü! Yürü!" dediler. Beraberce yürüdük. Kan gibi kırmızı bir nehir kenarına geldik. Nehirde yüzen bir adam vardı. Nehir kenarında da yanında bir çok taş bulunan bir adam duruyordu. Adam bir müddet yüzüp kıyıya doğru yanaşınca yanında taşlar bulunan kıyıdaki adam geliyor, öbürü ağzını açıyor bu da ona bir taş atıp kovalıyordu. Adam bir müddet yüzdükten sonra geri dönüp adama doğru yine yaklaşıyordu. Her dönüşünde ağzını açıyor, kıyıdaki de ona bir taş atıyordu. Ben yine dayanamayıp: "Bu nedir?" diye sordum. Cevap vermeyip yine: "Yürü! Yürü!" dediler. Beraberce yürüdük. Çok çirkin görünüşlü bir adamın yanına geldik. Böylesi çirkin kimseyi gormemişsindir. Bunun yanında bir ateş vardı. Adam ateşi tutuşturup etrafında dönüyordu. Ben yine: "Bu nedir?" diye sordum. Cevap vermeyip: "Yürü! Yürü!" dediler. Beraberce yürüdük, iri iri ağaçları olan bir bahçeye geldik. İçerisinde her çeşit bahar çiçekleri vardı. Bu bahçenin içinde çok uzun boylu bir adam vardı. Semaya yükselen başını neredeyse göremiyordum. Etrafında çok sayıda çocuklar vardı. Ben yine: "Bunlar kimdir?" dedim. Cevap vermeyip: "Yürü! Yürü!" dediler. Beraberce yürüdük. Ulu bir ağacın yanına geldik. Ne bundan daha büyük, ne de daha güzel bir ağaç hiç görmedim. Arkadaşlarım: "Ağaca çık!" dediler. Beraberce çıkmaya başladık. Altun ve gümüş tuğlalarla yapılmış bir şehre doğru yükselmeye başladık. Derken şehrin kapısına geldik, Kapıyı çalıp açmalarını istedik. Açtılar ve beraberce girdik. Bizi bir kısım insanlar karşıladı. Bunlar yaratılışça bir yarısı çok güzel, diğer yarısı da çok çirkin kimselerdir. Sanki böylesine güzellik, böylesine çirkinlik görmemişsindir. Arkadaşlarım onlara: "Gidin şu nehire banın!" dediler. Meğerse orada açıkta bir nehir varmış. Suyu sanki safi süttü, bembeyaz.,. Gidip içine banıp çıktılar. Çirkinlikleri tamamen gitmiş olarak geri geldiler. İki tarafları da en güzel şekli almıştı. Beni dolaştıran arkadaşlarım açıkladılar: "Bu gördüğün Adn cennetidir. Şu da metin makamındır. Gözümü çevirip baktım. Bu bir saraydı, tıpkı beyaz bir bulut gibi. "Beni gezdirin, içine bir gireyim!" dedim. "Şimdilik hayır! Amma mutlaka gireceksin," dediler. Ben: "Geceden beri acaip şeyler gördüm, neydi bunlar?" diye sordum. "Sana anlatacağız," dediler ve anlattılar: "Taşla başı yarılan, o ilk gördüğün adam, Kur'an'ı atıp reddeden, farz namazlarda uyuyup kılmayan kimsedir. Ensesine kadar yüzünün derileri, burnu, gözü soyulan adam, evinden çıkıp yalanlar uydurup, etrafa yalan saçan kimsedir. Fırın gibi bir binanın içinde gördüğün kadınlı erkekli çıplak kimseler, zina yapan erkek ve kadınlardır. Kan nehrinde yüzüp ağzına taş atılan adam faiz yiyen adamdır. Ateşin yanında durup onu yakan ve etrafında dönen pis manzaralı adam, cehennemin, ateşin bekçisidir. Bahçede gördüğün uzun boylu adam İbrahim (a.s)'di. Onun etrafındaki çocuklar ise, fıtrat üzere (buluğa ermeden) ölen çocuklardır." Cemaatten biri hemen atılarak: "Ey Allah'ın Resulü! Müşrik çocukları da mı?" diye sordu. Resulullah (sav) "Evet," dedi, "müşrik çocukları da." ve anlatmaya devam etti: "Yarısı güzel yarısı çirkin yaratılışlı olan adamlara gelince, bunlar iyi amellerle kötü amelleri birbirine karıştırıp her ikisini de yapan kimselerdir. Allah onları affetmiştir."
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Dinleyin ve itaat edin! Hatta, üstünüze, başı kuru üzüm danesi gibi siyah Habeşli bir köle bile tayin edilmiş olsa, aranızda Kitabullah'ı tatbik ettikçe... (itaatten ayrılmayın)."
Resulullah (sav) namaz için tahrime tekbirini alınca kıraate geçmezden önce bir müddet sükut buyurmuştur. Ben: "Ey Allah'ın Resulü", dedim, "anam babam sana feda olsun, tekbir ile kıraat arasındaki sükut esnasında ne okuyorsunuz?" Bana şu cevabı verdi: "Ey Allahım, beni hatalarımdan öyle temizle ki, kirden paklanan beyaz elbise gibi olayım. Allahım beni, hatalarımdan su, kar ve dolu ile yıka" diyorum." (Ebu Davud, Nesai (ve Buhari'nin) rivayetlerinin başında şu ziyade vardır: "Allahım, benimle hatalarımın arasını doğu ile batının arası gibi uzak kıl.")
Resullulah (sav) rükusunda ve secdelerinde şu duayı çokça okurdu: "Sübhanekallahumme Rabbena ve bi-hamdike, Allahümmağfirli (Allah'ım, seni takdis ve tenzih ederim. Rabbimiz! Takdisimiz hamdinledir. Ey Allahım, beni mağfiret et.)" Bu duayı okumakla Ku'ran'a yani Kur'an'nın: "Rabbini hamd ile tesbih et" (Nasr 3) ayetine uyuyordu. [Müslim, Ebu Davud ve Nesai'de gelen bir rivayette şöyle denir: "Resullullah (sav) rüku ve secdesinde şöyle derdi: "Subbühun kuddüsün Rabbü'l-melaiketi ve'r-Ruhi, (Münezzehsin, mukaddessin, meleklerin ve Ruh'un Rabbisin)" Muvatta, Tirmizi ve Ebu Davud'un bir rivayetinde şöyle denir: "Resulullah (sav)'ı yatakta kaybettim ve araştırdım, derken elim ayağının altına rastladı. Secdede idi ve: "Allahümme inni euzu birızake min sahtike ve euzu bi-muafatike min ukubetike ve euzu bike minke La uhsi senaen aleyke. Ente kema esneyte ala nefsike. (Allahım! Senin rızanı şefaatçi kılarak öfkenden sana sığınıyorum. Affını şefaatçi yaparak cezandan sana sığınıyorum. Senden de sana sığınıyorum. Sana layık olduğun senayı yapamam. Sen kendini sena ettiğin gibisin)" diyordu.]
Resulullah (sav)'ın arkasında namaz kılan birisi, namazda hapşırdı ve şu duayı okudu: "Mübarek (hayrı bol), ihlaslı ve çok hamdle Allah'a hamdederiz, ta Rabbimiz razı oluncaya kadar; dünya ve ahiret işindeki rızasından sonra da (hamdimize devam ederiz)." Resulullah (sav) namazdan çıktıktan sonra: "Namazda dua okuyan kimdi?" diye sordu. Ancak okuyan kişi sükut etti. Resulullah (sav) tekrar sordu: "Duayı kim okudu? Zira fena bir şey söylemedi" Bunun üzerine adam: "Bendim, bu dua ile sadece hayır murad ettim" dedi. Efendimiz: "(Duanız) Rahmanın Arşına kadar yükseldi" buyurdu.
Resulullah (sav) ölümünden önce şu duaları çok tekrar ederdi: "Sübhanallahi ve bihamdihi, estağfirullahe ve etubu ileyh. (Allahım seni hamdinle tesbih ederim, mağfiretini diler, günahlarıma tevbe ederim.)" Ben kendisinden bunun sebebini sordum. Şu açıklamayı yaptı: "Rabbim bana bildirdi ki, ben ümmetim hakkında bir alamet göreceğim. Ben onu görünce Sübhanallahi ve bihamdihi, estağfirullahe ve etubu ileyh zikrini artırdım. Bu gördüğüm, iza cae nasrullahi ve'l-fethu... süresidir."
Resulullah (sav) bize ikindi namazı kıldırmış idi. (Selam verince) acele ile cemaati yarıp evine girdi. Halk onun bu telaşesinde hayrete düşmüştü. Ancak geri dönmesi gecikmedi. Gelince, (halkın merakını yüzlerinden anlayan Hz. Peygamber şu açıklamayı yaptı): "Yanımda kalan birkısım altın vardı (namazda) onu hatırladım. Beni alıkoyacağından korktum ve hemen gidip dağıttım."
Allah(c.c.) sizlerden ve cümle İslam aleminde ki bütün kardeşlerimizden razı olsun.